“Performans” kelimesi, Türkçeye “Gösteri” olarak çevrilmektedir. Kelimenin köken anlamına bakıldığında bir işi göstererek yapmak, izleyiciye bir şeyler göstermek anlamına gelmektedir. (Türk Dil Kurumu Terimler Sözlüğü). Performans, içerisinde bir amaç, hikâye, etkileşim, performansı gerçekleştiren kişi veya kişileri barındıran ve bu kişilerin haricinde izleyiciye ihtiyaç duyulan bir eylem, bir süreçtir.
1960’larda, Performans sanatı kavramı sanatçıların fikirlerin ortaya koymak için bedenlerini kullandıkları yöntemleri anlatmak için kullanılmıştır. Kendilerini dans ederek, şarkı söyleyerek, pantomim yaparak, oyunculukla ve başka performans türlerinde ifade eden sanatçılar bun performanslarını bir defaya mahsus olarak ya da defalarca, belirli veya beklenmedik yerlerde, hazırlıklı ya da doğaçlama olarak sergilediler. Almanya ve Avusturya’da Performans Sanatı’na Aksiyon adı verilmiştir.
Performans Sanatı, 1960’larda Fluxus akımı ile etkinlik kazanmış, 1970’lerde geniş bir sanatsal harekete dönüşmüştür. 1960’lı ve 1970’li yılların gösterilerinde beden, sanatçının yegâne malzemesi olarak ön plana çıkmıştır. Bu nedenle Performans Sanatının yakın tarihteki kaynağını Beden Sanatında aramak yanlış olmaz. Performans Sanatı, Amerika’da dans, müzik, mim, şan gibi alanlara yakınlığı olan sanatçılar tarafından farklı bir nitelik kazanırken, Avrupa’da daha köktenci kalmış ve Kavramsal Sanat çerçevesinde değerlendirilebilen Happening, Fluxus ve Beden Sanatı gibi diğer gösteri tabanlı hareketlerin uzantısı olarak sürmüştür.

Performans sanatının başlangıcında en önemli etken 1950’lerde Jackson Pollock eylem resimlerini yaratırken fotoğraf sanatçısı Hans Namuth tarafından çekilmiş fotoğraflarıdır. (Görsel) Bu fotoğraflar ile birlikte izleyiciler, eleştirmenler ve diğer sanatçılar arasında eylem resmi fikri yayılmış oldu. Aynı zamanda sanatçıların sanatın yaratılması ve sergilenmesin de tüm bedenlerini kullandıkları daha ileri metotlar için esin kaynağı olmuştur.

1960’larda alışılmışın dışında sanat yapma şekli olan Fluxus ve Performans hızla yayılıyordu. Joseph Beuys’un 1965’te, Düsseldorf ’ta gerçekleştirdiği “Ölü Bir Tavşana Yapıtlar Nasıl Anlatılır” performansı sanat yapma şeklinin yeni bir hal aldığını ortaya koyan performanslardan biridir. Alman sanatçı bu performansında modern insana dert anlatmaktansa ölü bir tavşana sanat anlatmanın daha kolay olduğunu ima etmiştir. Beuys, insanın devrim düşüncesine sahip olduğunu, ilk olarak devrimin insanın içinde yer aldığını savunmuştur. Onun için bir insan ne zaman gerçekten özgür, yaratıcı, yenilikçi ve özgün ise o zaman devrimci demektir. (Goldberg,1988;149)
Beuys eserleri için sosyal heykeller demektedir. Dünyanın kötü bir yer olduğunu ve kendisinin de bunun bir parçası olduğunu söylemektedir. Bu fikir yaşadığı anılarının etkisinde doğmuştur, çünkü Beuys sanat sevgisine rağmen tıp okumuştur. Sonrasında savaşa katılmış ve uçağı Kırım’da düşmüştür. Kırım köylüleri Beuys’u bulduklarında keçe ve yağa sararak iyileşmesini sağlamıştır. Bu olaydan sonra Beuys’un işlerinin ana maddesi keçe ve yağ olmuştur.
PERFORMANS SANATINDA BEDEN VE BEDEN SANATI
Artık sanat malzemesi değişmeye başlamış ve “insan bedeni” sanat eserinin içerisinde yer alırken, beden sanatı gündeme gelmiş ve beden, sanat eserinin kendisi haline gelmiştir. Bu da sanatın halkın içine, sokaklara, alışveriş merkezlerine, meydanlara ve daha birçok kamu alanına taşınmasını sağlamıştır. İnsanlar sanatla daha iç içe olurken, sanatçının daha çok insana ulaşması ve kendini daha iyi ifade etmesi olanağı doğmuştur.
Burada bedenin sanat içerisine dâhil olduğu söylenirken akla tiyatro ve benzeri gösteri sanatları da gelmektedir. Her ne kadar performansın seyirci önünde sergilenmesi ve bir şeyleri anlatmaya çalışması gerekli olsa da, performans sanatı, plastik sanatlardan ayrı durduğu gibi, tiyatro, dans gibi gösteri sanatlarından da o kadar ayrıdır. Performans sanatının temel malzemesi bedendir. Bu yüzden performans sanatında beden, ‘kendini gerçekleştiren bir metin’ olarak gündeme gelmiş; tiyatro sahnesindeki kullanımının dışına çıkmıştır. Tiyatro’da da bazı yönetmenler ya da yazarlar oyuncuların performansından çok edimsel bedene dikkat çekmiştir. Bu bakış açısı günümüz performanslarının habercisi olmuştur.

Beden sanatı, farklı toplumlarda farklı anlamlar taşımış, renkler, motifler ve kullanılan teknikler o toplumun kültürüne özgü görsel dili yansıtmıştır. Her kültüre göre değişkenlik gösteren beden sanatı, güzellik, kimlik ve bedenle ilgili sosyal değerlerin ve varsayımların yeniden sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Örneğin Afrika kıtasında tarihin başlangıcından beri var olan, hatta mağara çizimlerinden bile daha eskiye uzanan, başta skarifikasyon, boyama, dövme olmak üzere pek çok yöntemle uygulanabilen beden sanatı, bireyin toplumdaki konumunu, inançlarını ya da etnik kökenini anlatmak adına, bedenin bir tuval olarak ele alınışı ile gerçekleştirilmiştir. Bu, özellikle Batılı güzelleşme kavramlarının çok ötesinde bir görünüm sergilemiştir). 1960-1970 yılları arasında ABD, Avrupa ve Avusturya’da etkili olan Kavramsal Sanata yakın, Performans Sanatının da doğrudan öncüsü olan Beden Sanatı ise, postmodern süreçte Batı sanatı okumalarından biri olmuştur.
Performans Sanatı zamanla Video Sanatının uygulanışındaki aşamalardan biri hâline gelmiştir. Neticede bir performansın, konserin ya da bir Happening’in video kaydı, Video Sanatının üç kategorisinden biridir. (Yapay renklendirme, biçim bozma, geri besleme, film hilesi gibi çeşitli işlemlere olanak tanıyan elektronik çalışmalara karşılık gelen deneysel video ve video heykeller gibi video medyalarının başka bir düzenin nesneleriyle birlikte kullanılmasından oluşturulan video enstalasyonları akımın diğer iki kategorisidir). Burada video bir tanık, eyleme katılan canlı bir bellektir. Sanatçının o anda yayınlanan görüntülere müdahale olanağı bulunduğundan, video pek çok performans sanatçısını etkilemiştir. (Germaner, 1997: 63).
Kalıplaşmış televizyon görüntüsünü eleştiren Video Sanatının temelleri, 1960’lı yılların başlarına dayanmaktadır. 1963 yılında Nam June Paik ve Wolf Vostel ilk kez görüntüleri bozma denemeleri yapmışlardır. Video Sanatının en ünlü temsilcisi Nam June Paik, televizyonun ortaya çıkışıyla dünyada pek çok şeyin değiştiğini, aynı aracı kullanarak vurgulamıştır. Paik’in bu dönemden sonraki tarzını oluşturan bu konu, sanatında ilk önce bant kayıtları ve özellikle enstalasyonlarla vücut bulmuştur.
1965 yılında New York’ta bir taksinin penceresinden gördüklerini kaydetmiş ve bu kaydı bir kafede izlettirmiştir. Sanatçının video heykelleri ve robotları da televizyon toplumunu ve sosyo-kültürel sonuçlarını yansıtmıştır. Video Sanatı günümüzde özellikle müze ve galerilerde, sanat festivallerinde, ender olarak da televizyon kanallarında yayınlanmaktadır (Germaner, 1997: 61-63).
Yazı ve Araştırma: Ahmet Hulusi Hızıroğlu
Editör: Musaffa Hızıroğlu
